Salona girdiğimde herkes sustu.
Birileri fısıldaşıyordu, ben içeri girince durdular. Kapı yoktu, ama eşiği geçince hava değiştiğini hissettim. Sanki kubbenin altına bastırılmış bir basınç oturmuştu. Kimin konuşacağı belli değildi ama ilk bakan gözleri gördüm.
Taş zeminde mühürler vardı. Tanrıların simgeleri, eski panteonların yazıtları. Üzerlerinden geçerken hiçbirine dikkat etmedim. Zaten dikkat etmem gereken şeyi çoktan biliyordum: onlar bana ait değildi. Benim adım bu taşlara kazınmamıştı. Ama içlerinden biri nefes alıyor gibi tepki verdi. Ayzıt'ın kartalı karardı. Kimse fark etmedi.
Konseyin merkezine yürüdüm. O boş dairenin ortasına. Herkesin uzağında, ama herkesin görebileceği yerde. Kendi simgeleriyle çevrili oturan o tanrı piçlerine bir şey söylemeden durdum.
Vel Sceptrum'u yere bıraktım. Tırpanın sapı taşa değdiğinde bir ses çıkmadı ama bazı yüzler kımıldadı. Gölgesi benden önce yayılmıştı. En uzağa varan şey oydu.
Ares'in temsilcisi sabredemedi, yine o patlayacak ilk kişi oldu.
"Siktiğimin ölümlüsü ne cüretle bize kafa tutuyor!"
Ayağa kalkarken sesi tahtın kenarına çarptı, omzundaki işaretler parladı.
Ona bakmadım.
"Cüret değil bu," dedim. "Alışkanlık."
"Burada yerin yok," diye bağırdı. "Sen bir hiçsin. Ne bir tanrısın ne de vekil. Adın bile bu taşlara ait değil!"
Chang'e'nin Gölgesi konuşmadı. Elinde tuttuğu parşömeni yavaşça yere bıraktı. Rüzgâr yoktu ama kağıt bana kadar geldi. Eğilmedim, üzerindeki yazıyı uzaktan okudum.
Gölge, Ay'ın içinden geçmiştir.
Parşömeni almadım. Sadece yerinde bıraktım.
Isira başını çevirmeden sordu, sesi sabit:
"Bir şey mi istiyorsun?"
"Size bağlı değil," dedim. "Ama ne yapacağımı öğrenmeniz gerekecek."
Kuzey cephesindeki vekillerden biri bana doğru eğildi.
"Burası Tanrılar Meclisi. Burada sözü olanlar konuşur, sen sadece karışıklık yaratıyorsun."
"Hayır," dedim. "Ben sadece sustuklarınızı tekrar duyuruyorum."
Ares hâlâ ayaktaydı. Eli kılıcının sapında.
"Beni fazla zorluyorsun," dedi. "Bir adım daha atarsan, seni burada kanınla yere kazırım."
Ona döndüm. İlk kez.
"Senin kan dediğin, başkalarının suskunluğudur. Benimki değil."
Sessizlik oldu. Bu sefer kalın bir sessizlik.
Biri nefes almayı unuttu. Biri tırnaklarını tahtın koluna geçirdi.
Kimse bir karar alamayacaklarını biliyordu. Çünkü artık ben buradaydım.
"Bu bir tehdit mi?" diye sordu Odin'in vekili.
"Hayır," dedim. "Bu bir hatırlatma."
Vel Sceptrum hâlâ yerindeydi. Zemindeki gölgeler hareket etmeye başladı.
Bazı mühürler karardı. Bazı yazılar silinmeye başladı.
Kimse fark etmedi ama taş hatırlıyordu.
Geldiğimi görecektiniz.
Görmeniz gerekiyordu ve gördünüz.