Gözlerini açtığında, Hyogaki'nin ilk hissettiği şey, yüzüne vuran kavurucu bir sıcaktı. Göz kapakları sanki bin yıllık kumla kaplanmış gibi ağırdı. Açmaya çalıştıkça batmakta olduğu hissine kapıldı. Gözlerini sonunda aralayabildiğinde, gördüğü manzara, tüm mantık sınırlarını zorluyordu. Etrafı, sonsuzluğa uzanan, uçsuz bucaksız, kızıla çalan bir kum deniziydi. Güneş, gökyüzünde adeta dev bir kor gibi parlıyor, her yeri yakıcı bir parlaklıkla dolduruyordu. Nerede olduklarını anlamaya çalışırken, zihnindeki son anı, Kronos'a, ZC evrenine gitmek üzereyken saatinin ekranındaki o 'WC' yazısıydı.
"Bu mümkün değil... Wasteland…" diye mırıldandı kendi kendine, sesi kumlu havada zayıf bir fısıltı gibi kayboldu. "Bu tam bir kabus. En tehlikeli, en öngörülemez evrenlerden biri..."
Hızla etrafına bakındı. Ne takım arkadaşları vardı ne de ışınlandıkları yerin bir izi. Paniğin ilk dalgası boğazına yapıştı, ama Berwick'ten öğrendiği soğukkanlılığı korumaya çalıştı. Ayaklarının üzerinde durmakta zorlandı, kum ayaklarını içeri çekiyordu. Daha da batmadan, etrafına seslenmeye karar verdi.
"Berwick! Alchio! Akemi! Ren! Kiko! Hana! Kimse var mı?!" diye bağırdı, sesi boğuk çıkmıştı. Kendi sesi bile sıcak kumun buğusunda boğulur gibiydi. Hiçbir yanıt alamadı. "Kahretsin... Ayrıldık mı şimdi?"
Tam umutsuzluğa kapılmaya başladığı sırada, ileride, kum tepeciklerinin arasında bir hareketlilik fark etti. Önce bir serap sandı, ama hareket daha belirginleşti. Bir insan silüeti! "Hey! Kimse var mı orada?!" diye bir kez daha bağırdı, tüm gücüyle.
Berwick, belinin altı komple kuma batmış bir şekilde, yavaşça gözlerini aralamıştı. Başta her yer bulanık görünüyordu. Kumu gözlerinden ve saçlarından temizlerken, uzakta bir ses duydu. "Hyogaki mi o?" diye düşündü. Kumu daha fazla dağıtarak, sesin geldiği yöne doğru kafasını kaldırdı. Gözleri zar zor seçebiliyordu, ama evet, bu Hyogaki'ydi. Hafif bir tebessüm belirdi yüzünde. "Hyogaki! Evet adamım bu kesinlikle o!"
"HYOGAKİİİİ!" diye bağırdı, sesi kumun ve güneşin yakıcı gücüyle birleşip cılız bir fısıltıya dönüyordu. "BURADAYIM! KUMA BATTIM! YARDIM ET!"
Hyogaki, Berwick'in sesini duyunca gözleri kocaman açıldı. "Berwick! İyi misin?!" Hızla Berwick'e doğru ilerlemeye çalıştı ama kum buna engel oluyordu. Batmamak için adımlarını dikkatli atmaya başladı.
Berwick, Hyogaki'nin yaklaştığını görünce yüzünü buruşturdu. "İyi gibi mi duruyorum sence?! Belime kadar kuma battım! Sanki dev bir karınca deliğine düşmüş gibi hissediyorum!" Kendi kendine homurdanarak kumu eşelemeye başladı. Güçlü kollarıyla kumdan kendini yavaşça çekmeye başladı. Kumu ittikçe, vücudunda biriken Ether, etrafındaki kumun hafifçe parlamasına neden oluyordu. Birkaç dakika içinde, tüm zorluğa rağmen, kumdan kendini tamamen çıkarmayı başarmıştı. Üstü başı kum içindeydi, saçları kızıla boyanmış gibiydi.
Kumdan kurtulduğunda, Berwick, derin bir nefes alıp etrafına bakındı. Hyogaki hala ona şaşkınlıkla bakıyordu. "Ee… Ne oldu? Kimse olmayınca bi an korktun mu süper mario?" diye takıldı Berwick.
Hyogaki kaşlarını çattı. "Ne?! H-hayır be adam muhtemelen 100 metre çapında bir yere düştük, ayrı olmamız çok düşük olasılıkta."
Berwick güldü, "Neyse neyse hadi öyle olsun. Şimdi, diğerleri nerede aracaba? Alchio'ya sesleneyim bari zaten gevezenin teki."
Berwick, Alchio'nun ismini haykırdı. "ALCHIOOO!BERWİCKTEN BUZ KAFALI ALCHİOYA! NEREDESİN?!"
Çok uzak olmayan bir yerden boğuk boğuk gelen bir ses duyuldu. Ses çok az geliyordu ama anlaşılıyordu. "B-BERWICK! YARDIM ET! BİR ŞEY BENİ YİYOR! SANIRIM YEM OLUCAM!"
Berwick ve Hyogaki sesin geldiği yöne doğru hızla ilerlediler. Yaklaştıklarında, gördükleri manzara Berwick'i kahkahalara boğdu. Alchio'nun üst vücudu komple kuma gömülmüştü, sadece bacakları havada endişeli ve çıldırmış gibi sağa sola sallanıyordu. Tam bir panik halindeydi.
Berwick kendini tutamayarak kahkahalar eşliğinde gülmeye başladı. " Hahahaha! Devekuşu olmuş resmen vaziyetine bak şunun! Hahahaha!"
Alchio'nun sesi kuma batmış bir şekilde boğuk boğuk geldi. "Berwick! Komik falan değil! Çıkart beni buradan! Sanırım, Bu canavar beni yutmaya çalışıyor!"
"Canavar mı? Salak , canavar değil. Kum! Neyse boğulmadan çıkartalım seni…"
Berwick, Alchio'nun yanına yaklaştı ve onu kumdan çekmek için Bacağından tuttu, tuttuğu gibi de alchioyu çıkarması an meselesi oldu, tabi Alchio havadan tekrar yere kapaklandı. Ayağa kalkıp üstündeki ve başındaki kumları temizledi ve Berwicke kızgın bir şekilde baktı. "Çok sağol ya, sanki tarladan patates çıkartıyor!"
Alchio'yu zorlukla kumdan çıkarttıklarında, Alchio kendini kumdan silkelemeye çalışırken hala paniklemişti. "Ayrıca bu nasıl bir evren yahu?! Çok sıcak! Sıcaktan nefret ederim ben heryerim yapış yapış oluyor ve susuzluktan geberiyorum!"
Berwick sırtını sıvazladı. "Ne bileyim ben, galiba keşfedilmemiş evrenlerden birindeyiz. Ayrıca hani buz oluşturabiliyorsun ya mankafa, sınırsız su da üretirsin sınırsız ferahlamada! Bu özellikleri Rabbim bir yerden almış bir yerden vermiş resmen, keşke aklından almayaydı."
Alchio kaşlarını çattı. "Ne alakası var şimdi! Aptallığımla büyülerimin ne alakası var? Öyle her istediğim gibi sonsuz buz üretemiyorum beyefendi! Ether denen şeyi nerenle öğrendin?!"
Berwick iç çekti. "En azından öğrenebiliyorum, etherini devasa bir oda gibi düşün, bunu bir sürü küçük hücrelere bölüp kullanırsan savaşlarda uzun süre dayanabileceğin bir cephaneliğin gibi bir şey olur. Tabi sen bunu bilmediğin için bütün odadaki etheri kullanıyorsun."
"Evet ama öyle yapınca da gücüm zayıflamıyor mu?"
Hyogaki araya girdi. "Etherini benzin gibi düşün. Sence 1 litre kullanılan benzinin sağladığı güç ile, 10 litre benzinin sağladığı güç farklı mı? Sonuçta aynı motora gidiyor."
Alchio devasa bir aydınlanma yaşamış gibi şaşkınlıkla berwick ve Hyogakiye baktı. "Yok artık! Şuan aydınlanma geçirdim! Bu müthiş bir şey!"
Berwick etrafa baktı."Şimdi diğerlerini bulmalıyız, Hyogaki sence nerededirler?"
Hyogaki gözlüğünü düzeltti "Bilmiyorum ama şuradaki tepeye çıkarsak onları kolaylıkla görme ihtimalimiz var gibi. Solucan deliği jeneratörleri genellikle ekibi 100 metre çapında mesafeye atar."
Ve Hyogaki'nin sözleri doğru çıktı. Tepeye çıktıklarında, Ren'i Akemi, Kiko ve Hana'nın etrafında, onları kumdan çıkarırken buldular. Ren sakin ve kendinden emindi, üzerinde neredeyse hiç kum yoktu. Akemi'nin kıyafetleri ve saçları kum içinde olsa da, Kiko ve Hana'nın küçük bedenleri neredeyse tamamen kuma gömülmüştü.
"Oh, demek kumdan çıkmayı başarmışsınız." dedi Ren, Berwick ve Alchio'yu görünce. Sesi her zamanki gibi sakin ve biraz mesafeliydi. "Hiçbirimizin kaybolmadığına sevindim. Burası tehlikeli gibi görünüyor."
Akemi, kumu suratından silerken söyleniyordu. "Off... Saçlarım! Her yerim kum oldu…"
Kiko ve Hana da kumdan çıktıktan sonra etraflarına şaşkınlıkla bakınıyorlardı. Hana'nın yüzünde hala biraz endişe vardı vardı. "Nasıl bir evrene geldik biz? ZC olmadığı kesin…"
"Durum analizi yapalım," dedi Hyogaki, otoriter sesiyle. Her ne kadar ince ve tiz çıksa da, zekasıyla bu ortamda bile liderlik rolünü üstlenebileceğini hissettiriyordu. Derin bir nefes aldı. " Galiba WC evrenindeyiz. Bu, öngörülemez tehlikelerin ve farklı fizik kurallarının geçerli olduğu anlamına gelir. Aynı zamanda zaman kavramı burada da farklı işleyebiliyor."
Berwick başını salladı. "Haklısın. Tomo hocamın derslerinde anlatılanlar tam da buydu. WC evrenleri, standart evren kodlarının dışında kalan, bazen gerçekliğin kendisinin bile farklı işlediği yerler. Ayrıca hepimizin 1 dilek hakkı var fakat bir bedeli olduğunu unutmayalım. O yüzden şu anlık bir şey dilemeyin, bedelinin ne olacağını kimse bilmiyor."
"Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordu Akemi, etrafa endişeyle bakarak. "Bu sıcakta sonsuza kadar duramayız. Oh Alchio bize buzdan birkaç şapka yapabilir misin?"
Alciho Akemiye garip garip baktıktan sonra herkese buzdan bir şapka yaptı. "Benden çok uzaklaşmamaya çalışın, aksi takdirde buzların etkisi hızlıca gidiyor. Ne kadar yakın o kadar uzun bir süre."
Bir süre konuşulduktan sonra hep birlikte kuzeye doğru ilerlemeye karar verdiler. Uzakta, ufukta belirsiz bir siluet görünüyordu; bir şehir gibiydi, ama uzaktan bakıldığında bile terk edilmiş, metal yığınından ibaret gibi duruyordu. "Oraya ulaşmamız bir iki günü bulabilir," dedi Ren, gözlerini kısıp uzaktaki silueti incelerken. "Hatta belki daha fazla."
Yola koyuldular. Kumun üzerinde yürümek her adımı bir mücadele haline getiriyordu. Ayakları kuma batıyor, her adımda ekstra enerji harcıyorlardı. Güneş, başlarının üzerinden acımasızca parlıyor, su kaynaklarını hızla tüketiyordu. Berwick, yorgunluğa rağmen en önde gidiyor, takım arkadaşlarını motive etmeye çalışıyordu.
Ani bir uğultu, kumul tepelerinin arasından yükselen titrek bir gölgeyle birlikte havayı yardı. Toprak sarsılmaya başladı. Takım, şaşkınlıkla birbirine baktı. "Bu da neydi şimdi, hey Ren hiç hoş değil şakanın sırası mı bu?!" diye bağırdı Alchio
Ren Alchioya baktı. "Ne? Üzülerek söylemeliyim ki benim öyle bir gücüm-" renin gözleri kocaman açılmıştı. Yer, şiddetle sarsılıyordu. Kumlar dağılıyor, devasa bir şekil hızla onlara doğru yaklaşıyordu. Kumun içinden fırlayan şey, akıllara durgunluk verici büyüklükte bir canlıydı. Devasa bir çöl solucanıydı, pullu derisi kumla aynı renkte, ağzı testere dişleriyle dolu ve boyu ufukta kaybolan kum tepelerine kadar uzanıyordu. Bir anda açılan ağzından çıkan korkunç bir kükreme, kulakları sağır etti.
Ren sözünü tamamladı "yok…"
"Ah yok artık daha neler… " diye mırıldandı Berwick, tamamen içgüdüsel bir tepkiyle.
Alchio bir kız gibi çığlık atıp depar atmaya başladı. "Kaçın kaçın kaçın kaçın kaçın!!" Alchio ile birlikte Ekip, can havliyle sağa sola dağılmaya başladı. Kumlu zemin, panik anında her zamankinden daha zorlu bir engeldi. Alchio buz büyüsüyle kumda bir pist yaptı ve herkesi piste çekerek hızlıca kaçmaya başladılar. Akemi oklarını hazırlıyor, Ren hızla uzaklaşırken Hyogaki ise oturarak kayarken bir şeyler düşünüyordu. Kiko ve Hana, Berwick'in peşinden koştular.
Solucan, açılan ağzıyla kumu yutarken korkunç bir hızla üzerlerine geliyordu. Berwick arkasına baktı, o kadar büyüktü ki! "Bu şeyle nasıl savaşacağımız konusunda herhangi bir fikri olan var mı?!" diye bağırdı.
Ancak kaçışları, solucanın hızına ve büyüklüğüne göre yetersiz kalıyordu. Solucan hızla aralarındaki mesafeyi kapattı. "Yaklaşıyor! Bize yaklaşıyor, hepimiz ölücez!" diye bağırdı Alchio, çaresizce. "Zevzekliği bırak! Ölmeyeceğiz, savaşmak zorundayız!" Berwick bir an duraksadı. Haklıydı Alchio. Koşmak sadece ölümlerini geciktirirdi. "Tamam! Plan uh...Hyogaki?!" diyecek oldu ama plan yapmaya vakti kalmadı. Solucan, devasa gövdesiyle bir kez daha kuma çarptığında, takım üyeleri dengesini kaybetti. Hyogaki ani bir kararla düşünmeden cevap verdi. "Herkes bildiğini yapsın!" diye bağırdı.
Ve o anda, tam bir koordinasyonsuzluk ve amatörlük örneği sergilendi. Alchio, buzdan dev bir kılıç yaratıp solucanın yanına doğru koştu ama solucan ani bir hareketle kafa sallayınca, Alchio kılıcını gelişi güzel sallayarak kumda yuvarlandı ve neredeyse berwickin kafasına saplanacaktı. "Lan kafamı patlatacaksın Alchio nereye attığını sanıyorsun?!" diye bağırdı.
Akemi, yayını gerip solucanın gözüne nişan aldı ama kum ve rüzgâr nedeniyle oku hedefini şaşırıp solucanın pullu derisine çarptı ve sekti. Sektiği gibide renin üzerine gelmeye başladı fakat ren kolaylıkla savuşturdu. "Oklar İşe yaramıyor! Derisi çok kalın!" Ren, kılıcını çekti ve görünmez bir hızla solucanın etrafında dönmeye başladı ama devasa gövdesi yüzünden zayıf bir nokta bulamıyordu. Bir iki kesik atsa da, solucanın umurunda bile olmadı. Hyogaki, hala bir şeyler düşünüyordu, evren saatinden solucanın türünü ve zayıflıklarını araştırıyordu. "Bir saniye! Bu şeyin Ether akışı... Çok dengesiz! Zayıf noktası..." diye mırıldanıyordu. Kiko ve Hana, küçük Ether patlamalarıyla solucanın kumdan çıkan kısmına vurmaya çalışıyorlardı ama saldırıları, devasa canavara sinek ısırığı gibi geliyordu.
Berwick ise, 'Yeşil Seher'i çıkarmıştı. Solucanın gövdesine doğru hızla koştu ve kılıcını Ether'le doldurarak bir kesik atmaya çalıştı. Kılıç solucanın derisine çarptı ama kaygan pul yapısı yüzünden derin bir yara açamadı, sadece bir çizik bıraktı. "Kahretsin!" diye bağırdı Berwick. "Bu kadar büyük bir şeyle daha önce dövüşmemiştik! Sınavdaki Zindan gardiyanının atından bile kat ve kat daha büyük bu!"
Solucan, devasa ağzını Berwick'e doğru açtı. Berwick son anda yana yuvarlandı, ağzından çıkan kum ve salya kasırgası onu neredeyse içine çekecekti. "Hyogaki! Zayıf noktası neresi?!" diye bağırdı Berwick. Hyogaki'nin gözleri parladı, sonunda veritabanından yaratığı bulmuştu. "Buldum! Gırtlağı! İçinde bir Ether yoğunlaşması var!"
Berwick, Hyogaki'nin sözünü duyunca, solucanın hareketini tahmin etmeye çalıştı. Solucan bir kez daha Berwick'e doğru hamle yaptı. Berwick, kılıcını toprağa sapladı ve kendini bir mancınık gibi kullanarak solucanın ağzına doğru sıçradı. "Alchio! Buz!" diye bağırdı. Alchio, Berwick'in ne düşündüğünü anladı. Hızla solucanın ağzının içine doğru bir buz patlaması yolladı. Buz, dev canavarın gırtlağında bir anlığına dondu.
Berwick tam o donma anında, tüm gücüyle, kılıcını solucanın gırtlağına sapladı. İçerdeki Ether'i serbest bırakırken, kılıcın ucunda bir ışık parlaması oldu. Solucanın bedeninde şiddetli bir sarsıntı meydana geldi ve sonrasında yeşil bir patlama oluştu. Devasa canavar acıyla kıvrandı, tüm kum denizi sarsıldı. Birkaç saniye sonra, o devasa gövde, kumun üzerine cansız bir şekilde yığıldı. Ağzından sarımsı, yapışkan bir sıvı ve kan sızıyordu.
Hepsi nefes nefese kalmıştı. Üzerleri kum ve solucanın kanıyla kaplıydı. "Başardık mı?" diye mırıldandı Akemi, şaşkınlıkla. Berwick dizlerinin üzerine çöktü, kılıcını kuma saplamıştı. "Evet... Başardık. Ama... bu savaş tam bir kaostu. Hiçbir planımız yoktu." Alchio kahkaha attı. "En azından ölmedik!Yaşasın millet! Alchio günü yine kurtardı!" Berwick bıkmış bir şekilde alcihoya bıraktı "Ben bir şey demesem buzdan kılıcı anca kafama geçirmeye çalışacaksın. Ayrıca günü sen değil hyogakinin verdiği analiz kurtardı." Hyogaki'ye göz kırptı. Hyogaki, yüzünde yorgunlukla gülümsedi.
Gün batımına yaklaştıklarında, gökyüzü muhteşem kızıl ve mor tonlarına bürünmüştü. Uzakta, kum tepelerinin arasına sıkışmış, rüzgârdan biraz korunabilecekleri bir kovuk buldular. Kamp kurmaya karar verdiler. Alchio, yanındaki buz büyüsüyle kumda küçük bir çukur açtı ve içine su damlaları bırakarak minik bir su kaynağı yaratmaya çalıştı. Hana ve Kiko, yorgunluktan hemen kumu yastık yapıp uykuya daldılar.
Ancak gece çöktüğünde, Ren, Berwick, Alchio, Akemi ve Hyogaki'nin gözlerine uyku girmiyordu. Bir süre sonra, bunun sadece yorgunluktan olmadığını fark ettiler.
"Tuhaf değil mi?" dedi Akemi, yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarken. "Sanki yeni uyanmışım gibi hissediyorum…"
"Evet, ben de öyle hissediyorum," dedi Berwick, dirseğini kuma dayayarak. "Vücudum yorgunluktan isyan etse de, zihnim ve bedenim beni dinlemiyor. Sanki vücudum 1 saat geçmiş gibi hissediyor ama aslında birkaç saat geçti."
Hyogaki gözlüğünü düzeltti. "Haklısınız. Bu WC evreninin bir başka anormalliği olabilir. Zaman kavramının kendi evrenimizden çok daha yavaş ilerlediği bir yerdeysek, bu, hayatta kalma stratejimizi de etkileyecektir. Dinlenmek daha uzun sürecek ve kaynaklarımız daha hızlı tükenecek demektir."
Alchio iç çekti. "Yani şimdi biz burada bir ay geçirirken, kendi evrenimizde belki de bir gün mü geçmiş olacak? Bu ne biçim iş?"
Ren sessizce izlerken, Berwick gülmeye başladı. "En azından iyi yayından bak vaktimiz bol."
Bu sohbet, havayı biraz olsun yumuşatmıştı. Bir süre sonra, sessizlik çöktü ve yıldızların altında birbirlerini daha iyi tanıma isteği ağır bastı.
Hana da uykulu bir şekilde konuşmaya başladı sanırım kiko ve hananın vücutları yorulmuştu. "Biz de AC-209 evreninden geliyoruz. Bir kabiledeniz. Çok eski bir kabileyiz. Enerjiyle ve ruhlarla konuşabiliyoruz. Sanırım bu yüzden uykumuz geliyor."
Ren, her zamanki gibi mesafeli bir tonla konuştu, ama sözlerinde bir güven inşa etme çabası vardı. "Benim ailem de... Çoklu evrenler Konseyi üyelerinden. Hakkımda çok fazla şey söylemeyi tercih etmem. Prensip meselesi."
Akemi devam etti, sesi daha samimiydi. "Ben Stella Hasegawa'nın kardeşiyim. O da bir Gardiyan. Ben de onun gibi olmak için çok çalıştım. Ama o kadar güçlü değilim. Henüz değil."
Alchio iç çekti, sesi hüzünlüydü. "Benim hikâyem... Şey biraz daha acıklı olabilir. Ben Zex İmparatorluğu'ndanım, yani duydunuz mu bilmiyorum tabi. Çoktan yok olmuştur."
Hyogaki sözünü kesti, şaşırmıştı. "Zex imparatorluğu… Şu ibretlik olan imparatorluk, onu kitaplardan okumuştum. Ama ben onu sadece hikâyede geçen bir yer sanıyordum."
"Hayır gerçekten de vardı, tabi şuanda yok. Herneyse Annemi ve kardeşlerimi kaybettim... Babam... Kendisinden nefret ederim, hem kalleş hem de şeref yoksunu birisi. Güç için her şeyi yapar, kendi ailesini bile satar. Bir imparator, halkına iyi davranmalı ve iyi bakmalıdır, fakat o sırf bu güç tutkusu yüzünden insanları aç bıraktı, kimisi hastalıktan öldü. Kimisi soykırıma uğradı. Sonrasında güç arayışından ötürü imparatorlukta devrim yaşandı. Kardeşlerimin çoğu idam edildi. Geri kalanı katledildi. Annem ise… Gözlerimin önünde kalleş babam tarafından öldürüldü. Hizmetçiler beni, güvenli bir evrene tanıdık bir aileye ışınladılar. Onlara o günden sonra ulaşmaya çalışsam da haber alamadım…" Alchio, gözlerinde hüzünle baktıktan sonra bir anda gülümsemeye başladı, "Ama sonrasında harika ve son derece yakışıklı bir çocuk oldum!" Sözleri kumlu havada ağırlaşmış, her bir cümleyle Alchio'nun taşıdığı yük daha belirginleşmişti.
Berwick, Alchio'yu dinlerken içinde derin bir empati hissetti. Kendi ailesinin yaşadığı trajediler, Touga'nın ölümü, İllya'nın ayrılması... Alchio'nun acısını kendi acısıyla karşılaştırdı. "Vay be… Bazen en neşelimizin bile, sakladığı acıklı şeyler oluyormuş. Senin hikâyen... Gerçekten çok zor ve karanlıkmış." dedi Berwick, Alchio'nun omzuna dokunarak. "Ben de zor şeyler yaşadım. Ailemi, dostlarımı kaybettim. Biliyorum, kolay değil. Ama biz buradayız. Birlikte."
Sıra Hyogaki'ye geldiğinde, ortamda hafif bir gerginlik oluştu. Hyogaki, gözlüğünü düzeltti, sesi her zamankinden daha ciddiydi. "Aslında benim tam adım Kenichi Hyogaki. Ben Hyogaki Hanedanlığı'nın en büyük varisiyim. Bir kraliyet ailesinden geliyorum. Krallığımız pek şahşahalı ve ünlü olmadığından sıradan bir krallık diyebiliriz."
Herkes Hyogaki'ye baktı. Berwick Hyogakiye döndü. "Ne? Sen mi? Şaka yapıyorsun değil mi? Yani şey birazcık…"
Ren araya girdi. "Kraliyet hanedanlığına göre daha samimi ve sıcakkanlısın. Yani genellikle ergenlik çağında olan insanlar özellikle soylu ailesindense egoist oluyorlar. Ailem onlarla çok uğraştığından çok şahit oluyorum, yaşına göre baya olgunsun." Diyerek Berwickin sözünü tamamladı.
Hyogaki'nin yüzü kızardı ama sakinliğini korudu. "Şey tıfıl olduğum doğru ama ben çocuk değilim. Komik bulabilirsiniz ama gerçekte ben sizden büyüğüm. 21 yaşındayım."
Alchio kahkahalara boğuldu. "Sen mi 21 yaşında mı?! Seni o incecik sesinle, o tıfıl halinle kim 21 yaşında sanar ki?! Hahaha-"
"Sus be çocuk!" Berwick dediği söz ve sinirle Alchionun kafasına sertçe vurdu ve Alchio bir deve kuşu gibi kuma geri sapladı.
"Ahh Canım yandı! Çıkarın beni burası kapkaranlık! Korkuyorum!" Bacaklarını endişeli bir şekilde sallıyordu. Bir süre sonra kumdan çıkmayı başardı.
Hyogaki'nin ince sesi ve narin fiziği, onun bu yaşta olduğunu anlamalarını tamamen engellemişti. Berwick kendini toparladı. "Vay be Hyoga- şey yani Kenichi... Bize resmen 'velet' diyeceksin yani?"
Hyogaki hafifçe sırıttı. "Yani demem lazım fakat dışarıdan pek de hoş durmuyor, o yüzden isimlerinizle hitap etmem yeterli, aynı şekilde sizden de bunu bekliyorum. O yüzden çok da dert etmeyin."
"Peki ya sen, Berwick?" diye sordu Akemi. "Senin hikâyen ne?"
Berwick derin bir nefes aldı ve kendi hikâyesini anlatmaya başladı. Önceki hayatındaki suikastçı kimliğini, patlamayı, ardından yeni hayatındaki ailesiyle geçirdiği mutlu günleri, ardından yaşanan trajediyi – akademi baskınını, Lisandra'nın kaçırılmasını, Arden'in ölümünü, Touga'nın kaybını. Babasının bir Gardiyan efsanesi olduğunu öğrenmesini, eğitimini ve Gardiyan olma yolculuğunu anlattı. Sesi bazen hüzünlü, bazen kararlı çıkıyordu. Yaşadıklarını anlatırken, takım arkadaşları onu dikkatle dinledi. Her bir kayıp ve mücadele, Berwick'in bugün olduğu kişiyi nasıl şekillendirdiğini gösteriyordu.
"Yani sen de çok şey yaşamışsın Berwick," dedi Alchio, sesi yumuşamıştı. "Senin de sırtında büyük bir yük var. Hem de baya büyük bir yük."
Berwick omuz silkti. "Herkesin bir hikâyesi var, değil mi? Önemli olan, o hikayelerin bizi nasıl şekillendirdiği. Ve şimdi, kendi hikâyemi yazıyorum, bunu yaparken de sizin gibi insanlarla tanıştığım için mutluyum."
Sohbet ilerleyen saatlere kadar sürdü. Geçmişlerinin gölgeleri yıldızların altında erirken, aralarındaki güven ve bağ daha da sağlamlaştı. Kamp ateşinin etrafındaki bu konuşma, onları bir takım olmaktan öte, bir aileye dönüştürmüştü.
Sabahın ilk ışıkları kum tepelerini aydınlatmaya başladığında, ekip tekrar yola koyuldu. Berwick, Ren ve Hyogaki'nin koordineli çabalarıyla, güçlü Ether büyüsü kullanarak kumun üzerinde süzülmeye, hatta adeta kaymaya başladılar. Bu, yorgunluklarını hafifletiyor ve şehre doğru çok daha hızlı ilerlemelerini sağlıyordu. Saatler içinde, uzaktan belirsiz görünen siluet, belirginleşmeye başladı.
Ancak yaklaştıkça, içlerini bir rahatsızlık kapladı. Gördükleri şey bir şehir değildi, en azından yaşanılır bir şehir değildi. Burası, terk edilmiş binaların, paslı metal yığınlarının, devasa robot enkazlarının ve harabeye dönmüş yapılarının oluşturduğu komple bir hurdalıktı. Yıkık dökük gökdelenler, çatlamış yollar ve sessizlik, sanki zamanın kendisinin bile unuttuğu bir yer gibiydi. Bu şehrin her köşesi, bitmeyen bir savaşın veya yıkıcı bir doğal afetin izlerini taşıyordu. WC evreninin öngörülemezliği, onları bir kez daha en beklemedikleri yerden vurmuştu. Gruptaki herkesin yüzünde şaşkınlık, endişe ve bir miktar da hüsran vardı. Burası, bekledikleri sığınak değildi. Burası, boş ve tehditkâr bir iskeletti.
Alchio içeriye adım attı. "Bu nasıl bir şehir be kimsecikler yok resmen." Sesi terkedilmiş binalarda yankılanıyordu. Herkes temkinli ilerlemeye başladı.
"Burada bir terslik var. Yani WC evrenlerinin yaşama elverişli olmaması gerekiyordu." Diye ekledi Kenichi. Alchio Hyogakiye doğru döndü ve geri geri yürümeye başladı "Zaten elverişli değilmiş baksana hayalet şehir resmen!"
"Evet ama, sonuçta birileri buralarda yaşamış Alchio. Normalde hiçbir şekilde yaşama elverişli olmaması gerekiyordu… Acaba bize öğretilenle-" Demeden bir anda berwickin altındaki kaldırımın küçük alanı açıldı ve Berwick bu dipsiz çukura doğru düşmeye başladı.
Alciho şaşkınlıkla bağırdı "Berwick!", Hyogaki "Olmaz bu bir tuzak! Millet bastığınız yerlere dik-" Sonrasında Alchio ve Hyogaki düştü. Tedirgin olan Kiko Hana ve Akemide aynı şekilde. Ren tuzaklardan kurtulmayı başardı. Ama onları kurtarması gerektiğini düşünüp berwickin düştüğü çukura doğru kendini bıraktı. Bir süre sonra hepsi yumuşak bir şişme zemine düştüler. Berwick gözlerini açtığında garip maskeler takan bir grup çocuk ona bakıyordu. Yattığı yerden kalktı ve etrafına baktı. Gözlerine inanamadı.
"Burası da… Neresi?" Kenichi ayağa kalktı ve berwickin yanına koşarak geldi, "Berwick… Çok şükür iyisin…" oda gördüğü manzara karşısında şaşırmıştı. "Yukarısı… Hayalet şehirdi. Çünkü onlar yeryüzünde değil… Yer altında yaşıyormuş…"